23 Aralık 2017 Cumartesi

GÜVEN


'Güven' kelimesinin Büyük Türkçe Sözlükteki anlamlarına bakacak olursak; 1. Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat.  2. Yüreklilik, cesaret. Anlamın büyüklüğü bile yazıya devam etmesem olur hissi oluşturuyor içimde. Aklımdaki bütün karmaşıklığı ,düşünmeyi ve bu yazıyı bu gecelik burada bitiriyorum. İyi geceler.

13 Aralık 2017 Çarşamba

HAYATIN İÇİNDE


'Hayat niye bu kadar soğuuuk' diye ettiğim tüm isyanların sonucunu, sevgili gribin bünyemde kendine sağlam bir yer bulmasıyla almış olmaktayım. Bu süreçte isyanım tabi ki bitmedi sevgili okuyucu 'hasta oldum galiba burnum akıyor' dememle birlikte sabah odamda poşet poşet C vitamini buldum, okuldaki çaycı abilerin zorla içirdiği kombo çayı, atom karışımı, nane limon, ıhlamur dörtlüsü, organik Mehmet abinin 'çok vitaminli her şeye iyi geliyor' diye on beş dakika anlattığı 'Sübye' adlı içeceği bana içirmesi yani sevgili okuyucu şu üç günde tükettiğim C vitamini, ballı zencefilli içinde bir sürü bitkinin olduğu karışımların, çayların haddi hesabı yok, inşallah zehirlenme vs. yaşamam diye umut ediyorum. Ama aynı zamanda bu kadar insanın beni böyle düşünmesi beni çok mutlu etti. Ayrıca bu 'Sübye' kavun çekirdeğinden yapılan bir içecek ve daha çok ege bölgesinde ve hatta daha çok İzmir'de yapılıyormuş. Birçok hastalığa iyi geldiği de doğruymuş. Örneğin; ateş, öksürük kesici, kansızlığa karşı faydalı, aynı zamanda detoks etkisi de yapıyormuş. İçinde birçok vitamin, mineral ve plazma proteini varmış. Yeni bir şey daha öğrendik sevgili okuyucu. :)

Ve hayatın, etrafında mutluluğunla mutlu olan insanları gördükçe daha anlamlı hale geldiğini çok güzel anlıyorsun. Kendi renginizi hiçbir zaman kaybetmeden başka insanlarla bir araya gelerek gökkuşağı oluşturmanız dileğiyle...

Bir tat:  Ankara Çekirdeği

Bir bakış açısı;

7 Aralık 2017 Perşembe

KAOS


Depresyon hırkası diye gerçek varsa ve evde giyilmesi gibi bir kuralı varsa (istisnası Mecnun Ç.), bir de depresyon şalı var ki onunda iş yerinde giyilmesi gibi bir gerçek var. Havaların soğuk olmasından mütevellit üşümenin de verdiği bir sarılıp sarmalanma isteği, depresyon şalı ile bir araya gelince insanda uyuma isteğini de beraberinde getiriyor. Ama tabii ki sorumluluklar size öyle bir lüksünüz olmadığını hatırlatıyor. aslında hayatın genel akışı hep bu şekilde gitmiyor mu? Yani tam biraz durayım dediğinizde yeni bir durumla karşılaşıyoruz. Tatilleri de durma lüksümüz olduğu için seviyoruz. Ama hep durmaktan da sıkılacağımızı bilerek kendimizi yeniden kaosun içine bırakıveriyoruz. Bu kaos içinde bize en güzel desteği yanımızdakiler veriyor. Yanınızda eğer ben senin yanındayım diyen biri varsa hayat daha çekilebilir bir hale geliyor. En güzeli iki kaosu bir araya getirip uyumlu bir rüzgar elde etmek, kendi kaosunuz içinde yalnız kalmamanız dileğiyle...
Bir tavsiye: Ogün Sanlısoy-Yukarıya Bak

24 Kasım 2017 Cuma

DEĞER


bir çiçeği seviyorsan,

koparma bırak var olsun.

sevmek sahip olmakla ilgili değildir.

sevmek değer vermekle ilgilidir.
Osho

Bir tavsiye:Kalben-Fırtınalar

20 Kasım 2017 Pazartesi

BIRAKINIZ GEÇSİNLER

Hepimiz hayatta belki en çok mutlu olmayı istiyoruz. Peki mutlu olmamız bize mi bağlı yoksa çevresel faktörlere mi? Her şeyin başı seçimler, seçimlerimiz. Hayatımızı ne yöne çekeceğimizin en büyük oluşturucusu kendi aklımızda, kalbimizde, davranışlarımızda, alışkanlıklarımızda saklıdır. Bunu şöyle düşünebilirsiniz; hayatınızı dev boyutlu bir yap-boz olarak hayal edin ve tamamlanacak resimde hayalleriniz olsun. Yap-boz üzerindeki parçaların şekilleri belli ama neyin nereye geleceği konusu biraz muallaklı orada da devreye hisler giriyor ve parçalar pıt diye yerine oturuyor. Bu parçaların yerine doğru oturmasını başarmak ise sağlam bir irade ve sabırla ortaya çıkıyor. Sınavlara hazırlanırken hatırlarsınız sevgili okuyucu, etrafta o kadar çok caydırıcı öge vardır ki normalde dikkatinizi çekmeyen bir şey bile yapmak zorunda olduğunuz sorumluluklarınız olduğunda çekici gelir. İşte burada aklınız devreye girip size yapmanız gerekeni hatırlattığında, iradeniz sizi o masada oturmaya devam ettirir. Bunu başarırsanız o istediğiniz mesleğin parçasını yap-bozunuza eklemiş oluyorsunuz. O gün o masadan kalkmadınız ve vazgeçmediniz. Uzanıp kendi yanaklarınızdan öpünüz. Unutmayın bir işin başı sıkıcıysa sonundaki faydayı ve doğruyu görmeye çalışın. Mutluluk faydalı olanla doğru orantılı şekilde hayatınızda yerini bulacaktır. Yoksa en kolayı bu hayattan basit zevkler peşinde, kendinize bir faydanız olmadan geçip gitmektir. İradenizi haz odaklı olmaktan çıkarmanız dileğiyle...

15 Kasım 2017 Çarşamba

TANIMAK YA DA TANIMAMAK İŞTE BÜTÜN MESELE BU!


Bir insanı nasıl tanıyacağınızı biliyor musunuz?
Ne okuduğuna bakın,
Ne seyrettiğine bakın,
Duvarlarına ne astığına,
Raflarına ne koyduğuna,
Nasıl konuştuğuna,
Nasıl dinlediğine bakın.
Yapmanız gereken tek şey bakmaktır.
Bunlar size onun ruhunun nerede olduğu,
Ve neyle beslendiği konusunda
Her şeyi bildirir...
Ramtha

10 Kasım 2017 Cuma

SONBAHAR


Yere düşen kuru yaprakların üzerine basmak için duvar diplerinde yürüme mevsimi geldi. Sonbaharın en sevdiğim tarafı o yapraklara basmak ve çıkardığı sesi duymaktır. Sanırım bu sevgi ve alışkanlık Elazığ’da yaşadığımız dönemden geliyor. Evimizin olduğu mahalleden yukarı doğru bir yol ve o yol boyunca sıralanmış kavak ağaçları vardı. Her baharda yerler yolun neredeyse yarısına kadar kuru yapraklarla dolmuş olurdu. Kırmızı paltom ve bende o yoldan her geçişimde tüm yapraklara basmaya çalışırdım. Şimdi o kadar çok yaprak birikintisini bir arada bulamasam da yine eve yürüdüğüm yolda yerdeki kuru yapraklara basmadan geçemiyorum. F.D’nin şarkısında dediği gibi “tüm alışkanlıklar çocukluktandır.” Şimdi düşündüğümde on yaşındaki benle şu andaki ben arasında pek bir değişiklik göremiyorum. Olaya daha gerçekçi bakanlar bu durumu şöyle değerlendirebilir; -aah bu kızın kafası aynı hiç mi büyümemiş acaba- diye. Bunu yazarken gülüyorum ama gerçekten değişmiyor. Tabii ki yaşanılanlar büyüyor, sorumluluklar büyüyor, yeni bilgiler öğreniyor, kayıplar yaşıyorsun. Ciddi işlerle uğraşmak, büyüklerin arasına girmek insanı olduğundan daha farklı davranmaya itiyor. Aslolansa içimizdeki ve hep bizimle olan o ses. O ses çocukken size cesaret veren, ‘yapabilirsin’ diyen korkusuz ses. O ses yine sensin. Ama zaman geçtikçe büyümek zorunda kaldığında onun sesini biraz kıstın. Onun sesini kısınca cesaretinin, kahkahanın, farklı düşünmenin de sesini kıstın. Sen ‘o’sun, o da ‘sen’. Yine de ciddi mi olman gerekiyor, o halde ciddi ol ama sıkıcı olma.

Kendinizi günlük işlerin içinde kaybetmediğiniz, içinizdeki çocuğu oyuncaksız bırakmadığınız, bol yağmurlu bir sonbahar geçirmeniz dileğiyle..

Bir Tavsiye: Ferman Akgül-Yürüyorum İçimde

1 Kasım 2017 Çarşamba

DÖNGÜDEN ÇIKMAK

Anın tekerrür ettiğini fark ettiğiniz an, döngüye girdiğinizi de fark etmişsiniz demektir.  Ve bu döngü artık size ve bu döngü içinde olan diğerlerine zarar vermeye başladığında en güzeli döngüye son vermektir. Bir yere varamayacağınızı ve boşa vakit kaybettiğinizi anladığınızda moraliniz bozulur. Son zamanlarda bendeniz böyle bir döngü içinde olduğumu hissediyorum. Kendim olmak dışına çıkmak zorunda kaldığım, boş araştırmalara girip, aklımı ve enerjimi bir arap saçına dönüştürdüğüm bu durumdan yeterince rahatsız olduğumu biliyorum. Gözlerim camdan dışarı dalıp daha sonra camımın önündeki fesleğene takılıyor ve bana yeterli mutluluğu verdiğini görüyorum. Hayatta başaracağım çok şey var, ben fark ettim ki kendi döngümde mutluyum, yani yerini seven bir çiçek gibi başka yere konulmak istenince yapraklarım sararmaya başlıyor. Ne istediğimi neyle nasıl mutlu olacağımı bildiğimden belirsizlik, sürünceme, tutarsızlık zaten sabırsız bir bünyeye sahip olan bana iyice sıkıntı veriyor. Tepkisiz değilim ama içime atıyorum, susmuyorum ama anlatamıyorum.  Sonuç olarak sevgili okuyucu hayat bizlere devamlı bir şeyleri seçtirmek durumunda bırakıyor, her seçim de bir şeyden vazgeçmeyi gerektiriyor. Siz bir şeye karar vereceğiniz zaman kendiniz olmaktan vazgeçmeyin yeter. Kendi değerinizi bilin, istediğinizde neler başarabileceğinizi kendinize hatırlatın, içinde bulunduğunuz döngüden çıkın. Kitap okuyun, neleri sevdiğinizi keşfedin, bir müzik aleti çalmaya çalışın, sizi diğerlerinden ayıracak yaparken kendinizi iyi hissedeceğiniz o şeyi bulun. Kendinizi insanlara ve gelmemiş durumlara bağlamayın. Şöyle olursa yaparım, o olsaydı olurdu demeyin siz başlayın o zamanda, o kişide zamanı geldiğinde hayatınıza gelecektir. Önemli olan sizin içinizde kendinizle olan savaşı bitirmeniz ve beyaz bayrağı sallamanız. Umuyorum hayat sizlere ve bana istediklerimizi en güzel şekilde verecektir. İnanın hep umut edin, her şey güzel olacak.

Bir tavsiye: Turgut Uyar-Denge

29 Ekim 2017 Pazar

CORPSE BRIDE


2001 yılı yapımı Corpse Bride animasyon filmler içinde Tim Burton'un işin içinde olması sebebiyle kendini diğer animasyonlardan ayırıyor. İçinde çoğunlukla müzikal ögeleri barındıran film, sevimli zombilerin danslarıyla kendini daha çok sevdiriyor. İşte size ölü gelinin hislerini anlatan küçük bir bölüm;

"bir muma dokunduğumda hiç acı duymam,
bıçak batırsanız hiçbir şey olmaz,
onun kalbi atıyorken ben burada ölüyüm
ve de içim sızlıyor.
Gel de gerçek değil de
sanki hala dökecek gözyaşım var.
Bir muma dokunduğumda hiç acı duymam,
güneşte ve yağmurda hepsi aynı,
kalbimde derin bir yara, çarpmıyor ama sızlıyor
içimdeki bu sızı gerçek değil sanırım.
Evet bir ölüyüm fakat hala dökecek gözyaşım var"

Bir bakıma yarım kaldığımız her olay sonunda biz de küçük parçalar halinde birer zombiye dönüşmüyor muyuz? Bir çoğumuz sadece nefes alıyor ama yaşamıyor. Hayat şartları, zorluklar, yorucu işler, kötü insanlar, hayal kırıklıkları, düşüncesizce yapılan her hareket, hayvanlara yapılan zulümler, insanın kendi türüne hak ettiği değeri vermemesi, kontrolsüzlük, nefretle büyütülen çocuklar, güç mücadeleleri, kesilen her ağaç, nasıl bu kadar kötü olabiliyorlar dediğimiz her olay, komşusu açken tok yatan bizler... ve daha birçokları.

Hepsinin sonunda hepimiz tam anlamıyla zombileşmiş olcağız, keşke biraz farkında olsak ve fark ettirebilsek..

Filmdeki ölülerin bizden daha canlı olduğunu fark ettiğimden yazdım bu yazıyı, umarım az da olsa bir şeyler yaparız da hepimiz kıyametin en yakın zamanda kopması için dua ediyor olmayız. İyi haftalar.

26 Ekim 2017 Perşembe

ORTALAMA ÜSTÜ ŞİİR

Ortalama erkekten
Ortalama kadından
Sakının
Sevgilerinden sakının

Sevgileri vasattır,
Vasatı aranır dururlar
Ama nefretleri dahiyanedir
Nefretleri seni beni
Herkesi öldürebilecek kadar dahiyanedir

Yalnızlığı istemezler
Yalnızlığı anlayamazlar
Kendilerinden farklı her şeyi 
Yok etmeye çalışırlar

Sanat yaratamadıklarından
Sanatı anlayamazlar
Yaratma başarısızlıklarını
Dünyanın beceriksizliğine yorarlar

Kendileri tam sevemedikleri için
Senin sevginin eksik olduğuna inanır
ve senden nefret ederler

Ve nefretleri
Parlak bir elmas
Bir bıçak
Bir dağ
Bir kaplan
Bir baldıran otu gibi
Mükemmeldir.

En usta oldukları
Sanattır nefret!

-Charles Bukowski-

Ortalama üstü bir tavsiye: Nazan Öncel-Eveleme Geveleme

20 Ekim 2017 Cuma

ANLIYORSUN

Her gün, her saat yeni bir şeyin farkına varıyoruz ama fark etmiyoruz sevgili okuyucu fark ettiniz mi?
Hayatımız çok düz, aşırı monoton gibi geliyor çoğu zaman, ki çoğu zamanda öyle. Ama aslında gözle görülmeyen minik farklar oluşuyor sürekli. Bugün yaptığınız bir hareket, söylediğiniz bir söz durgun bir suya atılmış taşın oluşturduğu halkalar gibi hayatımızı ve başkalarının hayatlarını etkiliyor. Bu etkilemeler art arda geldiğinde hep bir öğretiyle birlikte geliyor.
Bazen çok yakın sandığın insanların sandığın kadar yakın olmadığını anlarsın veya güvendiklerinin güvenini sorgularsın.
Sadece bir hareketin bütün güzellikleri alıp götürebildiği gibi yine bir hareketin yanlışları düzeltebildiğini anlarsın.
Değer verilmenin kendinle değil karşındaki insanla alakalı olduğunu ve ne kadar hissedersen hisset ona hissettiremediğini anlarsın.
Yaşamı değerli kılanın her zaman, -yanında olmasan- bile sevdiklerinin içsel bağlılığı olduğunu anlarsın.
Sevgiyi göstermenin en iyi yolunun söylemekle değil, davranışla olduğunu anlarsın.
Hayal kırıklıklarının tek güzel yanı olduğunu seni kitaplara, okumaya daha çok ittiğinde anlarsın.
Kalbinin yerinde olduğunu biri seni çok sevdiğinde anlarsın.
İnsan olduğunu bir canlıya merhamet duyduğunda anlarsın.
Bazı ilişkilerin sonunda hiç sevilmediğini, önemsenmediğini, saygı duyulmadığını anlarsın lakin burada kendi kıymetini sorgulama sakın, gerçekten isteyene ve sevene her yer yakın, her şey mümkün, değer bilecek, ilgi gösterecek çok yol var. Kendi değerinizi biri size ilgi gösterdiğinde değil, kendi başınıza her durumda ayakta kalabildiğinizde ve düştüğünüzde yeniden kalkabildiğinizde anlarsınız.

Yüzünüze baktığında gözleri parlayan insanlarla bir arada olmanız dileğiyle...

Bir tavsiye:Duman-Yürekten

8 Ekim 2017 Pazar

GÖRÜYORUM


Gözleriniz ve kalbiniz açık olduğunda hayat size aradığınız bütün soruların cevaplarını sunuyor. Önemli olan görebilmek, hissedebilmek ve yok saymamak. Kendiniz için neyin doğru olduğunu, nasıl mutlu olacağınızı, kendinizi nasıl iyi hissedeceğinizi en iyi siz bilirsiniz. Bütün soruların cevabı yine sizde olmuş oluyor böylece sevgili okuyucu. Kendinizi unutmayın, akışta yaşayın ama kendinizi akışa kaptırmayın. Ne yapmak istediğinizi unutmayın, kötü niyetli eleştirilere kulağınızı kapatın. Sizi besleyen eleştirilere ise açık olun. Eğer bir saçmalık yaptıysanız veya yapmayı düşünüyorsanız, aklına güvendiğiniz bir arkadaşınızın veya yakınınızın fikirlerini alın ve size saçmalamışsın dediğinde alınmayın. Düşünün. Nasıl yapabilirim, nerede yanlış yaptım diye. En sıkıntılı insan tipleri listesinde ilk 3'e rahat girebilecek tiplerden biri bana göre kendinde hiç hata görmeyen insanlardır. Bir şey yaptığında kendinden başka herkesi suçlayan insanlardan uzak durun, çünkü anlatamazsınız ve sıkılırsınız. Cevapları aramaktan asla vazgeçmeyin. Kendinizi aramaktan asla vazgeçmeyin. Ne yapmak istediğinizi aramaktan asla vazgeçmeyin. Kendinize iyi gelecek insanları aramaktan asla vazgeçmeyin. Sahip olduğunuz her şeyin kıymetini bildiğiniz, uzanıp kendi yanaklarınızdan öptüğünüz güzel günleriniz olsun.

29 Eylül 2017 Cuma

AY AYDINLIK


Hepimizin bir hikayesi var. Ve bu hikayelerde çok üzüldüğümüz anlar yaşadık, 'bitti artık' dedik belki, 'artık olmaz, gitmez, tekrarı olmaz' bazılarımız hayatına son vermeyi düşündü belki o kadar umutsuzdu.
'Herkesin derdi kendine büyük' derler ya, en büyük dert birinciliğini bizimki almıştı. Ama en kötüsü de yaşanılan her şeyden bir ders çıkardık ve ön yargı oluşturduk. Herkesi aynı kefeye koyup değerlendirmeye başladık. Ama tüm bu üzüntülerden, olumsuzluklardan, yalanlardan, inanmayı isteyip inanamadığınız her şeyden daha güçlü bir şey var. Yenilenmek ve güzelliklere yenilmek; bir bebeğin bakışına, açık havada esen rüzgara, gökkuşağına, güzel bir sese, müziğe, birinin gülüşüne... İşte bunlar ve bunlara benzer şeyler bizi yenilemeye yardım eder, fark edelim. Kalbimiz yumuşadıkça yüzümüzde ufakta olsa tebessüm oluşmaya başlıyor. Eğer yanında seninle birlikte gülen birisi varsa yaşamak biraz daha çekilebilir bir hal almaya başlıyor. Sonra o üzüntüler dakikalar gibi geçiyor, sanki çok ağırmış gibi görünen her yük hafiflemeye başlıyor. Yeter ki bırakmayın. Kendinizi, hayatınızı o karanlığa bırakmayın, canınız çok acısa da yapmanız gereken şeyleri yapın ve serbest bırakın.

Ve en önemlisi ön yargılarınızdan uzaklaşın. Herkes onun gibi üzmeyecek sizi, onlar gibi ötelemeyecek, değersiz hissettirmeyecek. Ve bir daha olmaz dediğiniz şeyler başka bir surette hatta daha güzelleşmiş bir halde gelecek size. Hep umutlu olun. Göğe bakmaktan vazgeçmeyin. İyi hafta sonları.

Bir tavsiye: Flört-Biz

23 Eylül 2017 Cumartesi

HAYAT PROJESİ


Hafta içinde Proje Döngüsü Yönetimi eğitimi aldık, çoğunluğun akademisyen hocalardan oluştuğu eğitimde yeni fikirler, güzel beyin fırtınaları oluşturduk. Bende eğitimin iyisi kötüsü olmaz dedim ve ne öğrenebilirsem, kendime katarsam iyi diye dikkatle hocamızı dinledim. Aslında bir sorundan yola çıkıp çözüm üretmek adına bir proje oluşturmak üzerine kurulan sistemi daha bireysel düşünebilir miyiz diye düşünmeye başladım bende. Ve olabileceği kanaatine vardım. Yani işin özü şu; gün içinde yaşadığınız bir sorunu düşünüp ne olmasını istediğimize karar versek ve bizim bu amaca gitmemizi engelleyen şeyin ne olduğunu 'neden?' diye kendimize sorular sorarak bir cevaba ulaşsak fikri.  Bence bir denemek lazım, tabii ki herkesin kişisel problemleri yine kişisel yani 'tüm genellemeler yanlıştır, bu da dahil' mottosunda olduğu gibi bende çözüm olan şey sizde olmayabilir o sebeple durumu daha içsel daha bireysel ve yaşanılan şarta göre düşünmek gerekiyor. Ben cümlelerimi genelde konuşuyor gibi kurduğumdan biraz karışık gelebilir ama bence özünü anladınız.:)

Bugün tramvayda giderken kulağımda Dido-Paris çalıyordu, bir sakinledim, bir daldım sanki harbiden Paris'teymiş gibi hissettim. O yüzden bu Cumartesi şarkısı olsun.

Ve son olarak hepinize huzurla taşıdığınız bir kalp, bir üzüntü yaşadığınızda suçlamadan affettiğiniz bir vicdan rahatlığı, dalıp gitmediğiniz, gözleriniz buğulanmadan hatırladığınız güzel anılar diliyorum.




16 Eylül 2017 Cumartesi

İHTİYAÇ

Sabah erkenden çıkalım. Daha seslerimiz geceden çıkmamış olsun; kırık, kekre. 'Yoldan simit alırız,' diyelim, yanımızda çay dolu küçük bir termos olsun. Tatile çıkıyoruz ya, gerekçesiz gülelim filan olur olmaz. Şehrin son evleri geride kalıncaya kadar konuşmayalım hiçbir şeyden. Mutlaka bir şey unutmuş olalım evde. 'Aman boş ver, gittiğimiz yerden alırız.' diyelim. Aldırmayalım. Aldırmayışımızla tatile çıkmış olalım. Yetişmeyelim bir yere, 'Geze geze gidelim,' diyelim. Şurada çay içelim sonra. Yavaş yavaş. Hava sıcak olunca arabanın bagajından terliklerimizi çıkarıp giyelim. Sonra yavaş yavaş bütün yıldan bahsedelim. Hiç bahsetmediğimiz seslerimizle birbirimizden, kendimizden, olup bitenlerden, tanıdığımız insanlardan. Gülelim. Dedikodulara geçelim, birbirimize ufak tefek sırlar verelim. Yine gülelim sonra, tatildeyiz ya, ondan.
Yolda duralım yerli yersiz. Çiçek toplayalım. Arabanın dikiz aynasına takalım çiçekleri. Vardığımız yere kadar süzülüp solacaklarını bile bile. Meyveler alalım, şehvetli meyveler. Şeftalileri satan adamla konuşalım uzun uzun şeftaliler üzerine. Eski şeftaliler, yenileri ve dünyanın değişen halleri üzerine konuşalım. Herkesi sever ya insan tatildeyken, öyle. Dağ çeşmelerinde duralım. Yüzümüzü yıkayalım buz gibi, kollarımızı, kulaklarımızın arkasını. Saçlarımız ıslansın biraz, biraz su damlasın yüzümüzden. Acıkalım artık, öğlen oldu. Neşeli köfteler yapan bir yerde duralım. İşe bak, en iyi köftelerini yapıyor olsun kadın tesadüfen. Bir kere kendini bırakınca ve baştan gülmeye başlayınca her şey iyi gider ya kendiliğinden, öyle olsun. Salatalar gelsin masaya, zeytinyağı parlasın güneşte. Ekmeğin kıtır yerlerini salatanın suyuna batıralım. Lavaboda, açık havada ellerimizi yıkayalım uzun uzun; şehir bizden akıp gitsin. Kahve de yapsın kadın bize, 'İkramımız,' diye gelsin. Bacaklarımızı uzatıp kahveleri de içelim bir güzel.Sonra yeniden koyulalım yola.

*İkinci Yarısı / Ece Temelkuran


12 Eylül 2017 Salı

GEÇTİĞİMİZ ALTI AYDA ÇOK ŞEY OLDU*


Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Arsalarda top koşturmayı bıraktım
Çünkü büyük binalar diktiler yerine
Ağaç yapraklarından dolma yapmayı
Ağaçların kendisine vakfettim. 


Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Ben bir yas tuttum, teselli buldum
Kovboy şapkalarını orta yerinden vurdum
Sanırsın tabancadan anlarım
Durdum bir de kendime doğrulttum
Annem çok ağladı, sırf bu sebepten
Kendime kıymaktan kendimi alıkoydum. 


Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Kiminle uyudum, kiminle uyandım
Belki aşktan çok şey umdum
Sararma vaktim gelseydi sararırdım
Kalbim vaatlerden vaat sundu
yine de seni aldıramadım.


Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Kendi rızamla uykuya dalamadım
Suyla yuttum hapları,
boğazımdan geçsin diye
Nefes almadan yutkundum.
Ellerimle ektim ne varsa şu tarlaya
Sıcakları bahane edip yine ben yaktım.


Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Suladığım çiçekler içinde
Şaşılacak şey sanki bir ben kurudum.
Kurt postu çektim üstüme
Dedim kimseler yaklaşmasın
Bir avcı vurdu beni
Şanstan nasibimi
Tam da böyle aldım.


Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Nasıl işse artık beni yerimden eden fırtına
Bir tek sana uğramadı
Buna gönül koymadım.

*Sinem Sal

26 Ağustos 2017 Cumartesi

DÖNGÜDE TAKILMAK


Son on gündür kıvranıyorum bir şeyler karalayabilmek için, yazamıyorum benim İlhami nereye gitmiş hiçbir fikrim yok. Akşam yemek yerken kulağımda bir ses;
“Sana söz yine baharlar gelecek
 Sana söz ışık sönmeyecek“
‘Evreka’ dedim. Ve aynı şekilde söz verdim kendime. Birçok garip duyguyu, düşünceyi bir arada yaşadığım bir dönemden geçiyorum çünkü. Büyümek durumu pek bana göre değilmiş gibi geliyor ama aynı zamanda bazı şeylere çok geç kalmış hissediyorum kendimi sanki elli yaşındaymışım gibi.. Ki ben elli yaşında birinin bile hayatını kökten değiştirebileceğine inanan biri olarak böyle hissetmem garibime gitti. Kendini bunalıma sokan, hep olumsuzluk aşılayan insanlara sinir olurdum son zamanlarda ben öyle davranıyorum. Annem şaşkın ‘ne bu surat diye’ soruyor haklı da ayrıca. Uyan dedim kendime seni dibe çeken her neyse izin verme! Böyle garip hissetmeme sebep olan her neyse üstesinden bir şekilde geleceğime söz veriyorum.
Şarkı her ne kadar benim adıma yazılmamış olsa da;
“Bana söz yine baharlar gelecek
 Bana söz ışık sönmeyecek“
Bu yazıyı kendim için yazmış oldum buna gerçekten ihtiyacım vardı. Sonunu da sizin için bağlıyorum,
Her ne yaşarsanız yaşayın umudu, yaşama sevincini hep bir yerinden tutup asla bırakmamanız dileğiyle..

Bu yazıyı 14.11.2014 tarihinde yazmışım, akışta aynı döngüde takılmış olmak böyle bir şey sanıyorum. Büyümek durumu pek bana göre değilmiş yazmışımya, hala bana göre değilmiş onu tekrar anladım sevgili okuyucu çünkü ben hala çocuk gibiyim, hissettiğim hiçbir şeyi saklayamıyorum. Hala herkesin içinde ağlamaktan çekinmiyorum, hala aklıma gelenle ağzımdan çıkan bir oluyor, hala oyuncaklarımı saklıyorum, hala çok kolay affediyorum, hala çok seviyorum. İyi mi kötü mü bilemiyorum ama güzel şeyler olacak biliyorum. Kendimi hazırlıyorum. Bu yazı her ne kadar ilhamisini arayan yazarın pesimistik ögeleri barındıran yazısı olsa da siz kendinize iyi bakın umudunuzu hiçbir zaman kaybetmeyin. Emin olun kötü görünen her olayın içinde minnak da olsa iyi bir şey vardır. İyi pazarlar.


Bir not: Sıkıntısı olan arkadaşlarım her zaman paylaşabilir çünkü konu başkası olunca mantık abidesi oluveriyorum. Kendime gelince aklımın iplerini salıyorum sevgili okuyucu.
Konunun içinde geçmişken bir tavsiye: Yüksek Sadakat- Aklımın İplerini Saldım

13 Ağustos 2017 Pazar

GÖKKUŞAĞI


Bazı insanların size şans olarak gönderildiğine inanır mısınız? Ben inanırım. O tektir. Yani bir benzeri tekrar karşınıza çıkmayacaktır. Şans olarak gelen insanlara 'gökkuşağı' diyelim. Siz öyle bir dönemdesinizdir ki hayatınız aynı rutinlikte devam ediyordur. İçinizden bir ses hem mevcut durumu değiştirmek istiyordur, hem de bunu yapacak gücü kendinizde bulamıyorsunuzdur. Sonra o gelir çok alakasız bir zamanda, alakasız bir şekilde, başta tesadüf diye düşünürken sonra yavaşça aklınızda çıkmadığını fark edersiniz. Hatta bir anda hayatınızın içine girmiştir bile. Bu tip insanlar size hayata daha önce hiç bakmadığınız bir pencere açarlar. Kendi kendinize 'ben niye bunu düşünemedim' der hem şaşırır hem de mutlu olursunuz. Daha önce yapmadığınız şeyleri onunla yapabilirsiniz, oyun oynarsınız, çokça gülersiniz, kendinizi ilk defa bu kadar rahat hissedersiniz. Eğer kendinize ve ona izin verir, bu gökkuşağının farkına varır, onunla bir bütün olmayı başarabilirseniz kendinize çok şey katar, kendinizde her şeyi yapacak gücü bulursunuz. Çünkü şansınız size her durumda hep destek tam destek olacaktır. Ama yok eğer bu şansın farkına varamazsanız, kendinizi dönüştürmek adına bir adım dahi atmazsanız, alışkanlıklarınız birlikte kuracağınız hayattan daha baskın olursa şansınıza el sallayabilirsiniz. Çünkü artık onu kırmış, değersiz hale getirmiş ve kendinizden uzaklaştırmış oldunuz. Tebrik ediyoruz. Siz hatayı istediğiniz kadar karşıda veya dünyada arayın. Gökkuşağınız bir süre sonra başka bir dağın üzerinde yükselecektir. Siz mi? Siz maviyi bulacaksınız, moru bulacaksınız, turuncuyu, kırmızıyı, sarıyı, yeşili bulacaksınız ama hepsinin bir arada olduğu gökkuşağını tekrar bulamayacaksınız.

Eğer gökkuşağınız yanınızda ve size aitse bahanesiz, her şeyiyle kocaman kucaklayın, bir olun, hiçbir şey hiçbir durum ikinizden daha önemli olmasın. Kıymetinizi bilin. Hepinize musmutlu bir hafta diliyorum.

10 Ağustos 2017 Perşembe

AMA


Yaşımız büyüdükçe sorumluluklarımız artıyor buna bağlı olarak başa çıkmamız gereken sorunlar, hayatın omuzlarımıza yaptığı sinir bozucu ağırlıkta artıyor. İş yükü, ev yükü, çocuk, yirmi dört saatin yetmemesi bizi birer süper kahraman gibi yaşamaya itiyor. Herkesin bir yerlere yetişmesi gerekiyor. Kimsenin birbirini dinlemeye, anlamaya vakti yok. Bunun zararlarını çok sonra fark ediyoruz ve son pişmanlıkta fayda etmiyor maalesef. Okulda nasıl yaşamamız gerektiği öğretilmiyor, aslında nefes alıyor olmamız yaşadığımız anlamına gelmiyor. Çalışmak, koşuşturmak zorundayız diyen büyük kitleye hak veriyorum ama bir ama eklemek istiyorum;
Ama şu kaçırdığımız saatler bir daha gelmeyecek...

Ama çocuğunuz ilk olarak bir defa çıkaracak o kelimeyi...


Ama güneşin doğuşunu yarın sabah göremeyebilirsiniz...

Ama bugün dargın olduğunuz eşinizin adını bir daha söyleyemeyebilirsiniz...
Ama yoğunluktan arayamadığınız ailenizi kaybedebilirsiniz...

Ama gözleriniz yağmuru bir daha görmeyebilir…  

Ama kırdığınız kalbi zaman geçtikten sonra tamir etmek için bulamayabilirsiniz...
Yapmanız gereken küçük nefes araları. Hayatta olduğunuz hissetmek için küçük molalar verin. Gözlerini kapatın ve kendinizle konuşun. O ne düşünüyor, içinizden gelen sese kulak verin. Kendinizi unutmayın. Huzur her insanın kendi içinde sakladığı müthiş bir ruh halidir. Bırakın sizinle çoğalsın.
Hayatınızı bahanesiz yaşamanız dileğiyle…
Bir tavsiye:Nil Karaibrahimgil-Yürüdün mü?

30 Temmuz 2017 Pazar

GÜNCE-2


Merhaba sevgili minnoş okuyucularım, son yazdığım yazılar ile ilgili güzel yorumlar aldım. Teşekkür ediyorum. Yalnız herkesin, birinin benimle beni çok tanımadan evlenmesi konusunda hemfikir olması beni ayrı bir etkiledi. :) Bugünün pazar günü olması ve şu anda yazı yazmaya müsait olmam bu yazıyı biraz günce tadında yazma isteği getirdi. Daha önce paradoksa bağlanan yazı başlıklı yazımda ne kadar yoğun olduğumu paylaşmıştım sizlerle, hayatım aynı şekilde devam ediyor şu anki fark bugün kurstayken sebebini bilmediğim bir şekilde diz kapağımın hemen altındaki kemiğin şişmeye, kızarmaya ve acımaya başlaması oldu. Yürümekte zorlansam da eve gelebildim. Kremleyip sardık şimdi bende uzattım ayağımı böylece durmuş oldum. Ne zamandır nette gezinmiyordum, sebep olmuş oldu.:)

Ayrıca bugün tezhipte fırça çalışmalarına başladık, sağ kolumu da orada bıraktım. Eyeliner çekmekten daha zor bir şey varsa o da tahrir çekmekmiş sevgili okuyucu onu çok net anlamış oldum. Akşam biraz daha çalışayım diyordum ama pek enerjim kalmamış gibi, onu yarına bıraktım.

Bir uğraş edinmek insanı çok rahatlatıyor. Özellikle sanatın bir dalıyla uğraşmak, yeni bir şey öğrenmek, kendine kendinde olmayan bir özelliği eklemek o kadar güzel bir duygu ki. Ondandır çevremi devamlı böyle fikirlere yönlendirme isteğimin fazla olması. Sizde yapın, o zevki, başarma, öğrenme hislerini yaşayın istiyorum. Asıl üzücü olan senin fikirlerine çok değer veriyorum diyen arkadaşlarımın böyle bir teklifle karşılaştıklarında yüzlerce bahane üretmesi, o sebeple bende artık bu konuda fikir isteyenlere yardımcı olmaya karar verdim. Bu da beni biraz üzüyor açıkçası. Aslında bir eğitim, kurs ortamında birçok insanla -en azından seninle aynı meraka sahip- tanışmış oluyorsun,bu da yine farklı hikayeler duymaya sebep oluyor. Siz benim küstüğüme bakmayın yinede kendinize ilgi duyacağınız bir uğraş edinin, bana da anlatın, mutlu olayım.:)

Tekrarda Anne Marie-Ciao Adios çalıyor. Bu aralar devamlı bu şarkıyı dinliyorum, sanıyorum hissettiğim için. İnsan bazen çok kolay unutulduğunu görüyor, anlamak çözmeye yetmese de oluyor. Bir şeyde denemiyor, sadece susuluyor Hepinizin sendromsuz Pazartesiler ve güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle...




26 Temmuz 2017 Çarşamba

DOST SEÇME SANATI*



İnsan ancak dostları kadar büyür, dostları kadar gelişir.
İnsanın çapı, dostlarının çapı kadardır.
Bir insanla dost olmak, geleceğinizi o insana emanet etmektir.
Dostlarımızın, boyasıyla boyanır, ahlakı ile ahlaklanırız.
Kişinin kalitesini, dostları belirler.
Kim olduğunu bilmek isterse, kimlerle dost olduğuna bakmalı insan.
Adaletin önderi Hz. Ömer’in dediği gibi; “Kişinin dostu; aklının kılavuzudur.”
Herkes, kendi “ayarına”, aklına göre dost edinir.
Her kuş, kendi cinsiyle uçar.
Kartallar kartallarla...
Kargalar kargalarla.
Hayallerini, umutlarını, hedeflerini gerçekleştirmene destek veren, seni yüreklendiren, sana omuz veren, seninle aynı yöne bakan, aynı değerlere sahip insanla dost olmalı.
Akıllı insan, kime akıl danışacağını bilen insandır.
Akıl danışacağın insanla dost ol.
İnsanın hayatında, mutlaka kendine öğüt veren gerçek dostları olmalı.
Çünkü gerçek dostlar, insanın "hayat sigortasıdır."
Nasıl bir insan olmak istiyorsan, öyle insanlarla dost ol.
Hayat, yanlış insanlarla harcanacak kadar ucuz değildir.
Bir kişi, ilişkilerinde, hep sosyal statüsüne sığınıyorsa, "karakter kıtlığı" yaşıyor demektir.
Yüreği temiz insanla dost ol.
Edindiğin dostlarının fikirleri kirliyse, senin “kalbin ve fikirlerin” ne kadar temiz olursa olsun, er ya da geç senin de kalbin ve fikirlerin kirlenir.
Duygular gibi, değerler ve inançlar da kişiden kişiye sirayet eder.

Doğru yolu yanlış insanla yürürsen, yolunu da doğrunu da kaybedersin.
Bir dostta, neyi aradığını bilmiyorsan, kiminle dost olduğunun ne önemi var.
Niçin sevdiğini bilmiyorsan, kimi ve neyi sevdiğinin ne anlamı var.
Bir insana yaptığın fedakarlık, sevgisini değil de "istismarını" artırıyorsa; bu, onun sadece fedakarlığa layık olmadığını göstermez; aynı zamanda, onun ne kadar "ahmak" olduğunun da göstergesidir.
Fedakarlığı, iyiliği, merhameti, sevgiyi istismar eden kişi, "ahmağın" ta kendisidir.!!!!!
Vefa, sadece "asil ruhlu" insanlarda bulunan bir özelliktir.
Vefası olmayan, duygularını istismar eden ahmak adamdan uzak dur.

Kendisine yapılan bir iyilik karşısında, teşekkür etmeyen ve kendisinin yaptığı hatadan dolayı, özür dilemeyen insanlardan uzak dur...!!!
r
*Özgür Aras'ın  aynı adlı yazısından alıntıdır.

    20 Temmuz 2017 Perşembe

    ANLAMAK ÇÖZMEYE YETMEZ


    Bugün şunu tam anlamıyla fark ettim ki ben baya yaşlıyım. Böyle yazınca komik oluyor hatta şu anda yazarken gülüyorum ama gerçekten yaşıtlarıma göre veya daha genç dimağlara göre yaşlanmış gibiyim. Bu düşüncenin ben yoruldum hayat gelme üstüme gibi anlayışla ilgisi yok yalnız. Yetiştirilmenin verdiği bir şey desem o da değil zira kardeşimin benimle hiçbir alakası yok. Muhakkak alınan rol modelle veya annemin düzenli olması ile alakası vardır ama bendeki bağlılık oluşturmak. Onu net anladım. Bazı alışkanlıklar artık oturmuş davranış kalıbı haline gelmiş. Örneğin; bu sabah arkadaşım 'gel kahvaltıyı birlikte yapalım, çay simit filan' diye mesaj attı. Ben ihtimal bile vermedim yani cevabım; 'ben sabah kahvaltı yapmadan evden çıkmam' oldu. Haydaa ne var bir sabahta işte yesen değil mi? Aslında öyle büyük bir problemmiş gibi görünmüyor hatta problem bile denmez ama benim aklıma takıldı. Mesela bir şey bana aitse ve ben onu herhangi bir yere konumlandırdıysam kimse onu oradan almasın, yerinden kıpırdatmasın. Bir de üzerine duygusal bağ kuruyorum o nesneyle, artık bir anlamı varsa o orada dursun, kimse dokunmasın. Sonra o günün planını kafamda yaparım ve eğer planım istemediğim bir şekilde değişmek durumunda kalırsa enerjim anında düşer. 16-30 yaş arası olup bana göre saçma davranışlar yapıldığını görüyorsam etrafta hemen teyze modum açılır ve 'cıkcık'lamaya başlarım. En son kendimi -tanıtım döneminde olup lise sonu gençleriyle çok muhatap olunca- 'bu gençlik nereye gidecek böyle geleceği kimsenin umurunda değil, biz nasıl çalışırdık derslerimize yahu, bizim zamanımızda böyle miydi' diye söylenirken buldum. Güzel derece yapan, iyi yerlere gidecek öğrencilere 'maşallah ülkenin sizin gibi akıllı çocuklara ihtiyacı var' falan dedim. Kitap okumayanlara hala çok kızıyorum. Dert dinliyorum sonra empati yapıp üzülüyorum, kendi derdimmiş gibi çözüm üretmeye çalışıyorum. Çizime, örgüye sardım. Yazım yanlışlarını düzeltiyorum. Emekli öğretmen olsam ancak bu kadar olurdum sanıyorum. Bu durum hem komik geliyor, hem de hiç boş durmadığım için kendimi takdir ediyorum. Bir de özeleştiri yapacak olursam biraz serbest bıraksam daha iyi olacak sanki arada. Varsa tavsiyeniz memnuniyetle dinlerim, genel olarak dinlerim sevgili okuyucu isterseniz siz anlatın. Minnoş teyzenizin her zaman söyleyeceği bir şeyler, vereceği öğütler vardır. :)

    Bir not:Şu duruma sadece bir kedi eksik, bilgilerinize.
    Bir not daha:Yakın zamanda instagramda şöyle bir paylaşıma denk geldim, aynısını benimde yapmam lazım.


    15 Temmuz 2017 Cumartesi

    İKİ DELİ Mİ BİR ARAYA GELMEMELİYDİK?

    Giordano Bruno*'nun "iki şey" hakkında sözleri adlı yazıyı bir yerde denk geldiyseniz okumuşsunuzdur, eğer denk gelmediyseniz mutlaka okuyun. Üstad demiş ki; 'iki şey insanı kaşif yapar:
    1-Nitelikli çevre

    2-Biraz delilik

    Kaşif, var olan ancak bilinmeyen bir şeyi bulan, ortaya çıkaran, keşfeden kimselere deniyor. Bu tanımı kişisel olarak ele alırsak örneğin var olan ama benim bilmediğim bir şeyi keşfetmemde beni kaşif yapar. Kendi bilmediğim her bilgiyi öğrenmem, okumadığım bir kitabı okumam, seyretmediğim bir filmi seyretmem, gitmediğim bir yere gitmem, görmediğim şehirleri, ülkeleri gezmem beni -benim mantığıma göre- kaşif yapar.

    Gerekli olan iki şeyden biri biraz delilik. 'Hangimiz normaliz ki' diye benimsediğim yasam mottolarımdan biridir kendisi. Buna dayanarak herkeste az ya da çok biraz kaşif olmaya meyil olmuş oluyor.

    İki şeyden diğeri ise nitelikli çevre. Yani herhangi bir ortamda oturduğunuzda sizin aklınızla keşif yapmanıza yardımcı olacak çevre. Nicelik olarak hiçbir öneminin olmadığı ama nitelik olarak kendine bir şeyler katmaya meraklı, neden? diye soran, en azından bir konuyu iyi bilen ve yan dallarıyla ilgilenen arkadaşlarınız, büyükleriniz, sevgiliniz, kardeşleriniz varsa çok şanslısınız. Çünkü çok basit başlayan bir konuşma ilerledikçe içinizde kaz dağlarını görme isteği oluşturabilir. Yapılan bir alıntı içinizde o alıntının olduğu kitabı okuma isteği, tavsiye edilen bir şarkı bir film onları dinleme seyretme isteği oluşturabilir. Daha önce yapmadığınız bir şeyi yaparsanız kaşifliğe bir adım daha yaklaşmış oluyorsunuz. Aslında en güzeli de yaklaşıp  asla kaşifliğe varamayacak olmanız, zaten yolculuğu güzel yapanda yol almak değil midir? :) Yol alırken biriktirdiklerinize, topladıklarınıza bakıp kendi yolunuzun sonuna geldiğinizde güzel bir hayat yaşamış olamanın mutluluğunu hissedeceksiniz. Ve yazının sonuna şunu eklemek istiyorum. Umarım siz bu keşfi yaparken yanınızda hem sizi kaşifliğe ittiren hem de bu yolda hep yanınızda olan insanlar oluştursun nitelikli çevrenizi. Herkese iyi haftasonları..


    *1548-1600 italyan filozof, gökbilimci ve okültist




    10 Temmuz 2017 Pazartesi

    PARADOKSA BAĞLANAN YAZI


    Herkese merhabalar, iki haftaya yakın bir süredir herhangi bir yazı paylaşamadım. Aslında gün içinde o kadar çok fikir geliyor ki aklıma sonrasında muhakkak bir zorunlulukla fikirlerimi öteliyorum. Özellikle bu aralar normalin üzerinde bir eforla çalışıyorum. Bu durumdan şikayetçi miyim? aslında hayır, ne kadar 'bugün ne kadar yoğundu yaaaaaa' diye aramızda konuşsakta bir yandan bu durum hoşuma gidiyor. Hafta içlerinin yoğunluğu yetmezmiş gibi hafta sonlarıma da birden fazla program yaparak koşturmaya devam ediyorum. Niye bilmiyorum ama bu yoğunluk aklımı fazlasıyla meşgul edince düşünmek istemediğim şeyleri de düşünmemiş oluyorum. Eğer bu yöntem kafamın içinde yuvalanan tırtılları temizlememe yardımcı olursa size de bildireceğim, lakin şuna inanmıyorum. Bir insan bir sabah uyanıp 'aaaa tamam ya ben unuttum/bitirdim/düşünmüyorum.' demez, diyorsa zaten henüz o his içinden çıkamamıştır. Yakın bir zamanda bir şarkıyla, bir yürüyüşte, bir anlık sakinlikte, uyumadan önceki o beş dakikada tekrar ortaya çıkacaktır. Şimdi bu fikirle size 'devamlı meşgul olduğunuzda artık düşünmediğinizi göreceksiniz' dersem kendi içimde paradoksa düşmüş olacağım. Bunu da yazarken fark etmem harika oldu. Karalama bile olsa yazmanın faydaları sevgili okuyucu :)Bu yazının sonucunda siz yine kendinize faydalı, aklınızı güzel şeylerle meşgul edecek uğraşlar edinin, gerisini ise zamana bırakın, bırakın olması gereken olsun.

    Bir not: Bu yılın en güzel günü olan benim canım doğum günümde beni yalnız bırakmayan, her halükarda arayan, mesaj atan, minnoş hediyeler alan sevgili ailem ve arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim.

    Bir tavsiye: Bulutsuzluk Özlemi-Sözlerimi Geri Alamam

    29 Haziran 2017 Perşembe

    THE LEGEND OF BAGGER VANCE


    Asabibet film ekibi olarak yine boş durmadık, bunaltıcı yaz aylarında nefes alınabilen tek zaman dilimi olan akşamların serininde seyretmeniz için siz sevgili okuyucularımıza yine minnoş bir film önerisinde bulunmayı kendimize görev edindik. Karşınızda 'The Legend of Bagger Vance'. Seyrederken hem güleceğiniz hem de kendi hayatınızla ilgili çıkarım yapabileceğiniz 2000 yapımı bir film. Yönetmenliğini Robert Redford yapmış ki ben şu ana kadar oynadığı ve yönettiği hiçbir filmin seyredilmeyesi olduğunu görmedim. Filmin oyuncu kadrosu da gayet güzel Will SmithMatt Damon ve  Charlize Theron  var (en bilindik).

    Film  savaş kahramanı olarak şehrine geri dönen Rannulph Junuh'ın dünya golf şampiyonlarının yarıştığı turnuvaya katılmaya karar vermesini ve bu yolda başına gelenleri anlatıyor. Spor, dram ve birazda fantastik bir hikaye olan The Legend of Bagger Vance'ı seyredin, seveceksiniz.

    Bir not: Esmiyor.

    23 Haziran 2017 Cuma

    SAÇLAR


    Kızılderililerin saçlarını uzatmalarının altında yatan sebepler araştırılmış tam anlamıyla bilimsel bir dayanağı olmasa da Vietnam savaşı sırasında askere alınan Kızılderili gençler ve orada olanların daha sonra anlattıkları şöyle: Kızılderili gençlerin üstün yeteneklerinden faydalanmak için askere alıyorlar ve asker olduklarından saçlarını kesiyorlar. Yalnız kısa süre içinde Kızılderili gençlerin altıncı hislerinin kaybolduğunu, duygusal yeteneklerinin saçları uzun olanlara göre daha düşük olduğunu fark etmişler. Yani bunları deney grupları vs. oluşturup incelemeler sonucunda fark ediyorlar tabii ki uzun uzun anlatmadım. Bu yazının bilimsel kısmı ise saçlarımız sinir sistemimizin bir uzantısı yani dışarıdaki sinirleri oluşturuyormuş. Bir bakıma beyne bilgi aktaran anten görevi de görüyor diyebiliriz.

    Bu yazıyı ilk okuduğumda üzüntü, hayal kırıklığı, ayrılık, depresyon yaşandığında bazı insanlarda -bende de-  oluşan saç kestirme isteğinin alt bir bilinçle sebebinin bu hissizleşme isteği olabileceğini düşündüm. Çünkü yazıda; 'saç kesildiği zaman ortamdan alınan ve ortama gönderilen aktarımlar büyük ölçüde azalır bu da hissizleşme ile sonuçlanır' diyor.

    Evet sevgili okuyucu dediğim gibi yazının bilimselliği tartışılır ama hissizleşme isteği ile saç kestirme isteği arasında bağ olduğunu düşünüyorum. Hiçbir kadının saç kestirme sebebi olmamanız dileğiyle.
    Bir şarkı: Kalben-Saçlar