26 Nisan 2017 Çarşamba

KUŞKU


Dışarı çıksak ve insanlara ‘hayatınızda sizi kayıtsız şartsız seven birileri var mı?’ diye sorsak, gelecek cevapların yüzde seksen dört nokta yedisi ‘evet, ailem’ diye cevap verecektir. Bunun sebebini düşündünüz mü? Neden dışımızdaki insanlara güvenemezken veya sevemezken, ailemiz deyince aklımıza en ufak bir şüphe gelmez. Küçükken bir yaramazlık yaptığımda, bir dersten zayıf aldığımda ya da ailemin kızacağını düşündüğüm bir hareket yaptığımda annemin hiç tereddüte düşmeden söylediği bir şey vardı. Derdi ki ‘ne yapmış olursan ol benimle paylaş ve ne yapmış olursan ol sana olan sevgimiz asla azalmayacak.’ Ve ardına kocaman sarılırdı. Aile olan insanlar birbirinin sevgisinden şüphe duymazdı çünkü.

İşte her şeyin açıklığa kavuştuğu nokta burası. ‘Tanrıyı ve insanları deneme.’ Diyen Nietzche’ye katılıyorum. Katılıyorum çünkü kimin sevgisini sınadıysak onu kaybettik. O kadar güvensizdik ki kimsenin bizi çok seveceğine inanmadık o kadar inanmadık ki o kadar olur. Ve bize şans olarak gönderilen insanları kaybetmemiz kaçınılmaz olarak gerçekleşti. Doyumsuzluk, hep daha fazlasını istemek gibi özelliklerle lanetlenmiş gibiyiz. Bunların farkına varmakta biraz olsun insanlaştırır umarım bizleri. Dikkat edin bundan sonra birini sevmeye başlayınca ondan olan beklentilerinizi, isteklerinizi en düşükte tutmaya çalışın, bir hareketinden dünyanın anlamını çıkarmayın. Hakkını verin demiyorum ama gayret gösterin.

Hayatınızdaki insanları kaybetmemeniz ve kocaman sevmeniz dileğiyle…  

24 Nisan 2017 Pazartesi

İÇİNDEN GELDİĞİ GİBİ


Çok yakın zamanda -geçen cumartesi- babamın ananesini kaybettik. Ananenin yaşı yüz yaşına yakındı. Tabi o zamanlarda nüfusa kayıt olayları biraz geç olunca tam bir yaş söyleyemiyoruz. Allah rahmet eylesin iyi kadındı. Benim dikkatimi ise şu çekti; 'Her ölüm erken ölümdür' diyor ya şair aynen o durum. Yani ölünce yaş kaç olursa olsun her zaman yapılacak bir şeyler, tamamlanmayı bekleyen işler bırakırız ardımızda. Ve hangimiz ne kadar süremiz kaldığını bilmiyoruz, bilmediğimiz gibi bomboş yaşamaktan da vazgeçmiyoruz. Hani bir kaç yazı öncesinde 'ölmeden önce yapılacaklar listesi' hazırlayın demiştim ya, işte eğer hazırlamadıysanız bir zahmet elinizi çabuk tutun ve bir an önce uygulamaya başlayın. Benim bu yazıda asıl değinmek istediğim konu ise pişmanlıklarımız...

Yapsaydım, söyleseydim, gitseydim... diye kurduğumuz şart kipli cümleler ve bir de en kötüsü 'keşke' ile kurulan cümleler. 'Keşke' sanki artık istesekte yapılamayacak şeyler için kullanılan bir kelime yani bir arkadaşınızı üzdünüz ve özür dilemeniz gerekiyorken o arkadaşınızın ölmüş olması gibi imkansız durumlar. Böyle bir durum hariç hiçbir şey için geç olmamalı. O sebepten siz yinede bir adım atmadan önce biraz daha ilerisini düşünün ve pişman olur muyum? diye kendinize sorun. Ama aklınızda eğer şart kipli cümleler varsa yapın gitsin. En azından denedim dersiniz. Hayat aslında fazla düşünecek kadar kısa ve bunu benim gibi fazla düşünmekten kafatasından dumanlar çıkan birisi söylüyor. Söylüyorum çünkü bende kendim için bazı değişiklikler yapıyorum biraz daha serbest bırakmaya, akışta yaşamaya çalışıyorum. Umuyor ve inanıyorum ki başaracağım.

Ve sevgili okuyucu affetmeyi bilin, kendinize öğretin. Affetmek sizi hafifletecek harika hissettirecek, içinizde kalbinizi hasta edecek duygular barındırmamaya çalışın. Affetmekle sizi pişman edecek duyguların önüne geçeceksiniz. Suratınızda güzel, huzurlu bir gülümseme ile bu dünyadan ayrılmanız dileğiyle...
Bir tavsiye: Multitap/Demet Evgar- Bu Şarkıyı Dinliyorsan

22 Nisan 2017 Cumartesi

KİTAP OKUMANIN ZARARLARI*


Bize hep dediler ki kitaptan daha iyi dost yoktur. Ne söylersek dinler, ses etmez, hep güzel, faydalı ve iyi şeyleri öğretir, dahası dırdır etmez. Ne zaman ararsak yanımızdadır, heyecansa heyecan,maceraysa macera, sevinçse sevinç, kederse keder, ne ararsak verir. Bu ve benzeri güzellemelere farklı şekillerde kim bilir kaç defa şahit olmuşuzdur. Hâlbuki bu sözlerin gerçekle uzaktan yakından alakası yok, hiç olmadı. Kitaplar kendisine bu ümitlerle yaklaşanları aslında bambaşka yerlere götürdü. Kimse onlardan umduğunu bulamadı; tam tersi kitaplar, kendisine binbir umutla yaklaşanları umulmadık yerlere götürdü, söylenenden çok daha farklı, ilginç ve tekinsiz yerlere bıraktı. Ama ilginçtir, bunu kimse uluorta paylaşma cesareti de gösteremedi. Kitapların götürdüğü yerler, hiç umulmayan yerler olmasına rağmen kitap dostları -çok azı hariç- ağızlarını açıp da bir şey söylemediler. Hiç kimse kusura bakmasın, biz artık bu oyuna son veriyoruz. Herkesin birbirini kandırmak için söylediği sözlere itibar etmiyor ve gerçekleri açıklıyoruz. Kitap okumak sanıldığı ya da söylendiği gibi yararlı değil zararlı bir iştir. Tekrar edelim mi? Kitap okumak zararlıdır. Nasıl mı? Buyurun, inanmazsanız siz de görün:

1. Kitaplar yalnızlaştırır. Kitap okuyan kendi başına kalır. Dostlarıyla hasbihale, muhabbete vakit bulamaz. İnsan zamanla satırların ve kelimelerin arasında yaptığı seyahatin o kadar çok bağımlısı haline gelir ki, okumayı konuşmaya tercih eder hale gelir. Kitapla bir köşeye çekilmeyi, vaktini bu şekilde geçirmeyi seven insana kim sosyal bir insan diyebilir ki? Kitap okumayı seven bir insan yalnız kalmaya mahkûmdur. Kim yalnız kalmak ister ki?

2. Kitaplar dostlardan ayırır. Hâlbuki en iyi dosttur denmiştir değil mi? Kitap en iyi dost değil, diğer bütün dostları hükümsüz bırakan, kendisinden başka dost tanımayan, başkasının dostluğuna tahammül edemeyen bencil bir dosttur. Kitap kendisine yöneleni, başkasına ihtiyaç duymayacak bir noktaya getirebilir. Sessiz, içten pazarlıklı ve tepkisiz olduğu için kimsenin rakibi değilmiş gibi gözükebilir ama aslında kendisini çok seveni kimseyle paylaşmayacak kadar bencildir. Dostlarına kendi gizemli dünyasını o kadar açar ki, başka dostlara vakit kalmayabilir. Kim dostsuz kalmak ister ki?

3. Kitaplar dertlendirir. Kaliteli üç ya da dört kitabı arka arkaya, hazmederek okuyan insanın eski kaygıları ve konfor alanı ile kalması imkânsızdır. Kitap kaygısızları kaygılı, dertsizleri dert sahibi yapar. Herkes gibi olmanın dayanılmaz rahatlığı gider, yerine insanların acıyarak baktığı, yaşadığımız zaman ve mekânla ilgisi olmayan, kadim ve ilginç dertlerle insanlara söz anlatmaya çalışan bir garip peydah olur. Garip, kendi cinsinden bir benzeri daha olmayan demektir. Kitap okumak dertlendirir, dolayısıyla hemcinslerinden ayırarak “garip” kılar, eski rahatlık ve herkes gibi olma lüksü gider, sonu nereye varacağı belli olmayan bir macera başlar. Kim gariplik macerasına dalmak ister ki?

4. Kitaplar vakit çalar. Sadece okuduğumuz zamanlarla mı? Hayır. Kitap okuyan, artık vakitlerini farklı değerlendirmesi gerektiğini düşünmeye başlar. Vaktini herkesin geçirdiği gibi geçirmez olur. Yemeğe, işe, okula ayrılması gereken vakit bellidir, dostlara, diğer sosyal faaliyetlere hakeza. İnsanların vakit harcamak noktasında temayül ve teamülleri de az çok ortaktır. Kitap okuyan bunu tanımaz olur ve kendine göre bir vakit planlaması yapar, bu da ortalama zaman planlamasının dışına çıkmayı gerektirir. Kimi zaman yemekten çalar, kimi zaman dostlarla muhabbetten, kimi zaman uykudan… Kim böyle kaçak bir hayat ister ki?

5. Kitaplar dünyadan koparır. Yalnızlaştırır demiştik ama bu tarafı daha vahim. Kitap dünyada yapılması gereken işlerin ertelenmesine neden olur. Kitap okuyan hayal âleminde yaşamaya başlar, gerçekçiliği bir kenara iter. Dünyada olanı bırakır, olması gereken diye ayrı bir parantez açar. Kitap okuyan, sanki başka bir dünya mümkünmüş gibi mevcudu sürekli eleştirir, şikâyet eder, yeni çözümler arar, bu da onun dünyadan kopmasına sebep olur. Kim dünyadan kopmak ister ki?

6. Kitaplar paraya bir türlü doymaz. Kitap okuyan, kitaba para verebilmeye kıyan insan demektir. Bu da öyle kolay bir şey değildir. Herkes paraya kıyıp da kitaba para veremez. Bir insan kitaba para vermeye başlıyorsa da artık onun için geçmiş olsun demekten başka bir çare kalmaz, çünkü kitaba verilen paranın bir türlü sonu gelmez. Sürekli yeni kitaplar çıkar, kitap okuyan da aldığını bitirmeden, öbürüne para yetiştirmeye çalışır. Hatta bu türden insanların çoğu parasını vermedikleri kitabı, okuyamadıklarına dair ilginç bir görüşe de sahiptir, o yüzden hediye kitabı sevmekle beraber, parasını verdikleri kitap kadar değerlendiremediklerinden yakınırlar. Paralarına kıyıp aldıkları kitabı ise büyük bir gönül rahatlığı ile okuduklarını ve ondan azami istifadeyi sağladıklarını düşünürler. Kim parasını kitap için çarçur etmek ister ki?

7. Kitaplar bağımlılık yapar. Zaman bağımlılıkla mücadele zamanı değil mi? Kitap da bağımlılık yapar, ama ne gariptir ki kimse kitabın yaptığı bağımlılıktan şikâyet etmez. Aslında kitap bağımlılığı diğer bağımlılıklar gibi de değildir, daha tehlikelidir. Hatta öyle tehlikelidir ki başka hiçbir bağımlılığı tanımaz, kendisi ile barındırmaz. Kitap bağımlısı, bir kitabı bırakıp diğerine geçmek için sabırsızlanır. Bir kütüphaneye girsin ya da bir kitaplığa rast gelsin, hemen kitaplara yönelir, incelemeye, göz gezdirmeye, eli ile dokunmaya, sayfalarında dolaşmaya başlar; diğer türlüsü elinde değildir çünkü. Kütüphanede vaktinin nasıl geçtiğini anlayamaz. Saatler su gibi akar onun için. Hatta zamanın hızlı aktığından şikâyet eder. Kitapçıda vakit geçirmekten çok hoşlanır, saatlerce o raf onun bu raf yine onun, dolaşır durur. Dışarıdan bakan birisi için ne ilginç –biraz da tuhaf- bir görüntüdür bu. Ama kitap bağımlılığı öyle bir şeydir ki kitaplara dalmış birisi bunun tuhaflığının farkına bile varmaz. Kim böyle bir bağımlı olmak ister ki?

8. Kitap okumak sağlığa zararlıdır. En başta gözlere tabii ki… Ama bundan daha ötesi de vardır ki o da zihin sağlığının elden gitme ihtimalidir. Kitap okuyanlar, şüpheci, sorgucu, sürekli soru soran ilginç tiplere dönüşürler. Başkalarının kolayca inandıklarına inanmazlar. Sürekli mızmızlık yapar, olmadık yerde olmadık itirazlarla insanların kafasını karıştırırlar. Kimseye rahatlık vermezler, çünkü kendileri de rahat değildirler. Kim bu şekilde rahatsız olmak ister ki?

Gördünüz mü kitap okumanın zararlarını? Yoksa inanmadınız mı bize? Hâlâ kitap okumanın yararlı olduğuna mı inanıyorsunuz yoksa? Bu kadar söz söyledik, hala ikna edemedik, öyle mi? Kitaplar yalnızlaştırır, dostlardan ayırır, dertlendirir, vakit çalar, dünyadan koparır, paranızı çarçur eder, bağımlılık yapar, sağlığınızı bozar dedik ve siz hâlâ kitaplar yararlıdır diyorsunuz, öyle mi? Peki o zaman neden hâlâ bir derdiniz yok? Neden kitapların dünyasına açılmaya hevesiniz yok? Neden her şeye vakit bulabiliyorsunuz da kitaba bir türlü vakit bulamıyor, neden her şeye para bulabildiğimiz hâlde kıyıp da kitaba para veremiyorsunuz? Durun biz söyleyelim, siz aslında kitapların faydalı olduğunu söylüyor, buna inanıyor gözüküyorsunuz ama esas olarak kitapların zararlı olduğuna inanıyorsunuz. Bu yüzden mesafeli duruşunuz işte. Kitaplara ellemeyişiniz, kitapevlerine, kütüphanelere mesafeli oluşunuz, kitap okumak yerine kanka muhabbetini tercih edişiniz bu yüzden. Siz aslında bizimle aynı yerdesiniz yani. Diğer türlü bu kadar rahat, bu kadar konforlu, bu kadar kaygısız, bu kadar herkes gibi olmayı nasıl başaracaktınız ki? Adamın dibisiniz vesselam.


*(Mehmet Lütfi Arslan'ın Genç Dergide yayımlanan aynı başlıklı yazısından alıntıdır.)



19 Nisan 2017 Çarşamba

MONA ROSA



Mona Rosa edebiyat tarihinin belki de en masum akrostiş şiiri. Sezai Karakoç mülkiyede okurken aşık olduğu Muazzez Akkaya'ya yazmış ve belki yıllarca bu sevgiyi içinde saklamıştır. Hem kendisi hem hikayesi çok güzel olan şiir aşağıda, iyi okumalar.  


Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.


Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iri iri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.


Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.


Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.


Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.


Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.


Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.


Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine.
Kiminin rengi ak kiminin sarı.
Ah beni vursalar bir kuş yerine.
Akşamları gelir incir kuşları.


Ki ben Mona Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.


Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza.
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.


Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.


Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurdan sonra büyürmüş başak.


Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kuş tüyüne.
Bir tüy ki can verir gülümsesen,
Bir tüy ki kapalı geceye güne.
Altın bilezikler o kokulu ten.


Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. 



SEZAİ KARAKOÇ


16 Nisan 2017 Pazar

PRİDE and PREJUDİCE


Son zamanlarda aklımda olan sorulara cevap olsun diye devamlı cevap nitelikli yazılar, paylaşımlar, programlar, filmler denk geliyor. Aslında bana genelde öyle olur yani bir şeyi düşünüyorsam aklımda bir soru varsa kısa bir süre sonra onunla ilgili bir bilgiye, cevaba erişiyorum. Dünde film seyretmeye karar verdim. Aklımda ne zamandır 'pride and prejudice' vardı hem kitabını hem filmini merak ediyordum. Onu seyrettim normalde de romantik filmleri severim ama bu filmde başka bir şey vardı. Filmin her şeyini sevdim Elizabeth Bennet'ın annesi ve iki küçük kız kardeşi hariç. Ama hadi o zamanlarda öyleymiş diyebiliriz. Bu filmi oyuncu yönetmen konusu gibi teferruatlara girerek anlatmak istemiyorum. Sadece benim bildiğim, düşündüğüm olması gerektiği olan bir sevgiyi seyrettim. Birini gerçekten sevdiğinde engeli insanın kendisi dahi olsa bu engeli aşabileceğini gördüm. Aslında benim içten içe hep inandığım ve aslının öyle olduğunu bildiğim şeyin tekrar sağlamasını yapmış oldum. Bir insanla bir ömür geçirmek ancak güzel iletişimle olabilecek bir şey onun için gururun, ön yargının, öfkenin ve engel daha ne kadar duygu varsa kontrol altına almak gerekiyor. Ayrıca gerçekten seviyorsanız ve onun doğru kişi olduğundan eminseniz onu hayatınıza dahil edin, iki kişilik düşünün, iki kişilik yalnızlık yaşamayın. Değer, incelik, düşünmek, kıyamamak iki taraflı olur. Küçük Prens'te yazdığı gibi 'gülünü bunca önemli kılan, uğrunda harcadığın zamandır'. O yüzden sevdiğiniz için bir şey yapmak size yükmüş gibi gelmesin, eğer geliyorsa bırakın gitsin bari mutlu olacağı yeni bir ilişki kursun. Bu mevzular hem çok derin hem çok kişisel hem de çok konuşulası siz en iyisi filmi bir seyredin. Bende en kısa zamanda kitabını okuyayım.

Hepiniz güzel bir hafta geçirin ve kıymetinizi bilen güzel insanlarla karşılaşın...

Bir replik: "Seni daha az hak eden biriyle gitmene asla izin vermezdim Lizzie".-Bay Bennet-

12 Nisan 2017 Çarşamba

ÖLMEDEN ÖNCE YAPILACAKLAR LİSTESİ


İlk gördüğümde keşke bunu daha önce ben düşünseydim dedim. Aslında ufak tefek planlar yaparım ama ölmeden önce yapmak istediklerimi yazmak kadar güzel bir fikir düşünmemiştim. Sonunda harika bir fikir olduğuna kanaat getirdim ve hemen siz sevgili okuyucularımla paylaşayım dedim. Şimdi öncelikle şunu belirteyim hemen yazıp bitirmenize gerek yok. Yavaş yavaş, aklınıza geldikçe eklemeler yapacağınız bir listeniz olabilir, ha ilham gelir büyük çoğunluğunu yazarsınız orası ayrı ama hayat devam ettikçe yeni fikirler muhakkak aklınıza gelecektir. Ve bu listeyi şöyle düşünün en küçük isteğinizden en büyük isteğinize kadar her şey olabilir. Örneğin;

*kek pişirmeyi öğrenmek

*bisiklete binmeyi öğrenmek

*kendinize bir tane kazak örmek

*yamaç paraşütü yapmak

*aralıksız üç tane ülke gezmek

*dağa çıkmak

*ideal kilonuza ulaşmak

*istediğiniz bir dil öğrenmek

*istediğiniz bir müzik aleti çalmayı öğrenmek

*ileri excel öğrenmek...

Listeniz uzar gider yeter ki biraz vakit ayırıp düşünün. Yarın ölecek olsam ne yapmadan gitmek istemezdim diye. Hayata bir kere geliyoruz, nasıl yaşamamız gerektiğini devamlı dış sesler söyleyip duruyor ama bu yaşadığımız bize ait, benim sevincim, benim acım, benim hissettiğim, benim başarım veya başarısızlığım bunu sadece ben bilebilirim. Ondan ötürü düşünün böyle devam mı edeceksiniz, kontrol sizdeymiş görünse de öyle mi gerçekten? Kendinizin değerini bilin. Bu demek değil ki tamamen keyfime göre canım ne istiyorsa onu yapayım hayır sadece bir bakın gerçekçi olun yapmak istediklerinize, destekçilerinize bakın. Önünüze taş koyanlarla aranıza mesafe koyun, boş kafalardan uzaklaşın, size iyi gelen insanları yamacınızdan ayırmayın. Korkularınızı, inadınızı, gururunuzu, ataletinizi, boş vermişliğinizi, inançsızlığınızı bir kenara bırakın ve yaşamınızı yeniden yapılandırın. Ve unutmayın hiç bir şey için hiç bir zaman geç değildir.

Bir dua; Rabbim sizlere listenizde yapmak istediklerinizi yapmanızı önemseyecek, destek olacak ve bunları birlikte yaparken keyif alacağınız bir eş nasip etsin.(amin)

11 Nisan 2017 Salı

KENDİNE ZAMAN VER


‘Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir.’* mottosunu kendime uyarladım bu sabah. Pencerenin önüne oturdum ve gökyüzünü seyrettim. Düşündüm çokça yeni, eski, olmuş, olmamış ne varsa sonunda geldiğim nokta hayat beklenileni vermiyor, bazen veriyor ama o zamanda sonu senin istediğin gibi olmuyor. Kabulleniyorsun sonuçta başına ne gelirse gelsin. Ölümü görüyorsun, ayrılıklar falan hikaye geliyor. İnsanlar, çocuklar yok yere öldürülüyor, çocuğu ölen bir anne ‘geçmeyecek’ derse anlıyorsun mesela. Ben varlıklı bir ailede büyümedim, her istediğime istediğim zaman sahip olmadım. Ondandır isteklerimi erteleyebiliyorum, ondandır çok üzülsem bile kendimi tedavi edebiliyorum. Ve her üzüntünün ardından geri dönüp baktığımda hep aynı tepkiyi veriyorum ‘neden bu kadar yıpratmışım ki kendimi?’ ve her seferinde kendime verdiğim cevapta aynı ‘o zaman öyle olması gerekiyordu’. Bazen huzura ulaşmak için o büyük çığlığı içinizden atmanız gerekiyor. Sadece kendinizden kaçmayın ve kendinize karşı dürüst olun işte o zaman size ait olmayan yükleri taşımak zorunda kalmazsınız.

‘Bir düşün kendinle nerede en son yürüdün içinde huzurun şehrinde?’**

Düşündüğünüzde huzurla yürüdüğünüz, insanların ve kendinizin değerini bildiğiniz ve bu huzurla yürümeye devam ettiğiniz bir hayat yaşamanız dileğiyle…

*Cahit Zarifoğlu

**Jehan Barbur/Sinan Kaynakçı- Kendine Zaman Ver

8 Nisan 2017 Cumartesi

GÜNCE


Yazı yazmaya başladığım zaman kulaklığımda devamlı tekrarda tek bir şarkı çalar niye bilmiyorum ama bu bende bir yazma alışkanlığı oldu. Bu yazımda bana Fikret Kızılok ve 'zaman zaman' şarkısı eşlik ediyor. Bugün hava kapalı ve hafif yağmurluydu aslında gökyüzü biraz depresif olsa da ben kendi içimde güneşli hissediyorum. Kendime kattığım her yeni bilgi, kendimde değiştirmek istediğim alışkanlıklarımı değiştirmeye başlamam, kendi ataletimle verdiğim mücadelede yol alıyor olduğumu görmek harika hissettiriyor. O halde bana kocaman bir yüz puan..)                                          Geçenlerde 'niye böyle' diye defalarca tekrarladığım bir andı sanıyorum ki aklını sevdiğim bir ablam 'fazla düşünüyorsun canım' dedi. Benim lanetimde bu sanırım elimde olmuyor çünkü saçma, yani neden böyle demek mi ilginç olan?, kafamda deli sorular her zamanki gibi.
Hafta sonuna harika bir film önerim var. Helen Bohnam Carter, Meryl Streep, Carey Mulligan'ın başrolünde oynadığı 'Suffragette'. İngiltere'de oy hakkını elde edebilmek için kadınların verdiği mücadeleyi anlatan film, ataerkil toplumun dayattığı gündelik yaşamı sorguluyor ve insanlara verilen oy hakkını neden sadece erkekler kullanıyor sorusuna cevap arıyor. Ben kendilerini çok beğendim ve sizlere de tavsiye ediyorum.

Bugünkü yazı biraz günlük yazmak gibi oldu. Paylaşmak rahatlatıyor. Farkında olmayı bildiğiniz, 'neden' diye sorguladığınız, kendinize her gün yeni bir şey kattığınız güzel anlarınız olsun. Sağlıcakla kalın.

NOT: Kalktım size gülen yumurta yaptım..)

5 Nisan 2017 Çarşamba

HAYATTASIN!


Hani bir yer vardır, etrafında ne varsa seni sıkar sıkar artık kemiklerini bile hissetmezsin. Kalp atışlarını duymazsın kendine yaşıyor muyum? diye sorduğun zamanlar, daha kötü ne olabilir dediğin anda başka bir belirsizlikle karşılaşırsın. Yanında sandıklarını karşında bulursun sanki herkes bir yerlere oturmuş sadece senin yanındaki koltuk boşmuş gibi. Tanıdık geldi mi? Hepimiz benzer bir dönem yaşamışızdır. Böyle zamanlarda kendinizi ne kadar bırakırsanız o kadar battığınızı da görmüşsündür.

Zor biliyorum ama dert ne ise ona odaklanmamaya çalışmamız gerekiyor. Hem olayın sıcağından uzaklaşıp sonra tekrar düşünüp karar vermek daha sağlıklı oluyormuş. Biraz dışarı çıkın, temiz hava, yürüyüş sakin düşünmeye çalışan bir akılla kendinizi daha iyi hissetmeye başlayacaksınız. Başka bir yöntem, yazın. Aklınızdan ne geçiyorsa doldurun kağıtlara, rahatlayın sonra yırtıp atın. Sonra o dönem içinde dinlediğiniz müzikleri değiştirebilirsiniz. Bolca dua edin. Etrafınızı fazla dinlememeye çalışın çünkü bir tane olayla ilgili binlerce yorum duyarsınız, boşuna daha fazla üzülmeyin, gaza gelmeyin veya aklınızı karıştırmayın. Tabii bu zamanlarda yanınızda olan arkadaşlarınızın da ayrımını iyi yapmanız gerekiyor (bunu başka bir yazıda konuşuruz). Ve en önemlisi kendinize şunu hatırlatın; hala hayattayım, şu an nasılsa bu durum değişecek, giden her neyse başka bir şekilde geri gelecek ve güneş her sabah yeniden doğacak, yeni yine yeniden.. Hiçbir zaman hiçbir şey için geç olmayacaktır. Güzel günler görmeniz dileğiyle...

Bir tavsiye:Athena-Kendi Yolumda

2 Nisan 2017 Pazar

DÜNYANI DEĞİŞTİR, SEV


Senin ruhunu çağıran bir kadın bul,
seni idare eden değil

Kontrol listeni bir kenara at, kulağını kalbine koy ve onu dinle…

Yaşayan her varlığın adını, dualarını, şarkılarını duy,

Her kanat çırpanın, telaş içinde yüzenlerin, yeraltındakilerin, sualtındakilerin, her yeşilin, çiçek açanın, henüz doğmamış olanın, ölmekte olanın…

Onların onlara hayat veren bire hüzünlü övgülerini işit,

Eğer adını henüz duymadıysan, yeterince dinlememişsin demektir.

Eğer hala gözlerinde yaşlar yoksa, eğer hala onun ayaklarına eğilmemişsin, neredeyse onu kaybetmişsin demektir. Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan, bir kadını sev, kendinin ötesinde sev. Arzunun ve mantığın ötesinde, senin gençlik, güzellik, ve çeşitlilik gibi bütün yapay özgürlük gündemlerinin ötesinde sev. Bize çok sayıda seçenek verildi

Ama biz bir Ruhun ateşinin ortasında durup, oradan ışıyan gerçek özgürlükte aşka direnmeyi yakıp kül etmeyi unuttuk.

Bir tane tanrıça var

Ona bak onu gör.

Bak bakalım o mu baltayı başına vuracak olan.

Eğer değilse yürü, hemen…

Boşa zaman harcama.

Bil ki kararının onunla bir ilgisi yok.

Çünkü nihai olarak kim olduğu ile değil ne zaman teslimiyeti seçeceğimizle ilgili..

Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan, bir kadını sev.

Onu ölüm korkusunun ötesinde sev

Onu içindeki anne tarafından manipüle edilme korkunun ötesinde sev.

Ona onun için öleceğini söyle

Onunla birlikte yaşayabileceğini söyle.

Onunla birlikte ağaçlar dik ve onların büyümesini seyret.

Onun incinebilir güzelliğinde onun ne kadar güzel olduğunu söyle ve onun kahramanı ol.

Ona hatırlat, o senin adanman ve hayranlığınla o senin tanrıçan.

Dünyayı değiştirmek istiyorsan, bir kadını sev.

Bütün yüzleriyle, bütün mevsimlerde

O seni şifalandıracak senin şizofrenini, ikili zihnini, yarım kalbini

O şizofreni ki senin ruhunla bedenini ayırır

Seni daima dışarıya bakar kılar, kendinden başka bir şeyi aramak için

Böylelikle yaşamı değerli kılmak için

Her zaman bir başka kadın olacak

Sonunda o parlak olan da eski mat olana dönüşecek

Ve sen yeniden huzursuz olacaksın

Arabalar gibi kadınlar değişik tokuş edilemez

Tanrıça, arzunun en son objesidir, satılamaz.

Erkeğin daha çok seçime ihtiyacı yok

Erkeğin ihtiyacı kadın, dişil, sabırlı, bir yerde nefes alan, köklere inen, birlikte yeryüzünü sarabileceğiniz kadar kuvvetli.

Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan, bir kadını sev, yalnızca bir kadını.

O kutsal bir kase gibi sev ve koru onu

Bütün insanlık için duyduğu terk edilme korkularını sev.

Onun yaraları sadece onun yaraları değil,

Onun bağımlılığı zayıflık değil

Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan bir kadını sev...

O sana inanana kadar sev. O zaman içgüdüleri, sanatı, sesi, vizyonları, tutkusu, vahşiliği ona tekrar döner. O aşkın gücüdür, bütün politik medya şeytanlarının yok etmeye ve değerini düşürmeye çalıştığı aşkın gücüne sahiptir.

Davalarını, silahlarını, iç savaşını bırak, öfkenden vazgeç, büyüklük sevdalarını aydınlanman için bırak… Kutsal kase senin önünde duruyor…Eğer onu kollarına alırsan bu yakınlıktan daha ötesini aramaktan vazgeç.

Ya huzur ve barış denilen şey bir kadının kalbiyle beraber tekrar hatırlanması gereken unutulmuş bir rüya ise? Dünyayı değiştirmek istiyorsan bir kadını sev. Gölgelerinin en derinliklerine kadar varlığının en yüksek noktalarına kadar.Onunla ilk karşılaştığın bahçeye git. Gökkuşağı ülkesinin kapısına. Birlikte tek bir ışık gibi yürüyerek. Dönüşü olmayan noktaya. Yeni bir yeryüzünün başlangıcına ve sonuna…

Yazan: Lauren Wilce
Bir tavsiye: Feridun Düzağaç-bir varmış bir yokmuş